<meta name='google-adsense-platform-account' content='ca-host-pub-1556223355139109'/> <meta name='google-adsense-platform-domain' content='blogspot.com'/> <!-- --><style type="text/css">@import url(https://www.blogger.com/static/v1/v-css/navbar/3334278262-classic.css); div.b-mobile {display:none;} </style> </head><body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar.g?targetBlogID\x3d24919536\x26blogName\x3dendi%C5%9Fe\x26publishMode\x3dPUBLISH_MODE_BLOGSPOT\x26navbarType\x3dBLACK\x26layoutType\x3dCLASSIC\x26searchRoot\x3dhttps://hibon.blogspot.com/search\x26blogLocale\x3dtr_TR\x26v\x3d2\x26homepageUrl\x3dhttp://hibon.blogspot.com/\x26vt\x3d-5360594913391802653', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script>

barış

Perşembe, Ağustos 13, 2009


Bu yaz beni blog okumaktan mahrum bırakmayan dino'nun bloğunda link verme biçimini çok seviyorum. Son verdiği linkte alıntıladığı bölüme göz attıktan sonra zaten yazının tamamını okumamak mümkün olmazdı. Ama bu aralar nedense mail adresime gelip gelmemekte kararsız davranan bianet bültenlerinde yer alan herşeyi okumuyorsam da, bu yazıyı gözden kaçırmak zor olurdu. Ama ben gene de okumama vesile olduğu için dino'ya teşekkürlerimi sunayım.
Bawer Çakır'ın anlattığı olay bir yandan tüm bu barış süreci konusunda okuduklarım arasında içimi en çok rahatlatan yazılardan biri olurken, başbakanın yazıda da anılan konuşması "Siirtli Kürt"ün aksine beni bir yandan da tedirgin ediyor. İslamın siyasallaşmasının önüne CHP ve ordu eksenli yaklaşımla geçilemeyeceğine dair sağlam inancım, beni çevremdeki bir çok insanla çatışır noktaya taşıdı kimi zaman. Fikrimin değişmediğini de tekar üstüne basarak belirtmeliyim. Ayrıca AKP iktidarının AB reformları sürecinde başlangıçta gösterdiği kararlılık da, motivasyonları ne olursa olsun dikkat çekici ve Türkiye koşullarında insanın elinin tersiyle itemeyeceği bir boyuttaydı. Bu tamahkarlık elbette Türk solunun içinde bulunduğu ve bir türlü sıyrılamadığı dar geçidin beraberinde getirdiği eylemsizliğin de bir sonucu. Ama demokratikleşme adına atılan adım ile demokratik ortamın istismarı arasında ciddi farklar olduğunu düşünüyorum. Ayrıca demokratikleşme sürecinin -elbette adam akıllı- kim tarafından gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin, failine de etki etmemesi söz konusu olabilir mi? En azından bu süreçte arkasına aldığı kitlenin ona bağışladığı güçle hareket eden bir siyasi parti, demokratik bir ortam oluşturduktan sonra Türkiye'deki bu türden süreçlerin önünü tıkamakta kullanılan gerekçede hep öne sürüldüğü gibi büyük bir serbestiyle her istediğini yapacak konuma ulaşmış olmaz. Tabi bu da gene kitlenin gerçekten demokratik talepleri olmasına bağlı. Dolayısıyla her kesimde barış ve demokrasi talepleri dile getirilirken Türk solunun, onu bugün bulunduğu çok parçalı yapıya da taşıyan etkenlerden biri olan 'özgürleşme bizim istediğimiz yolla olacak' düsturundan sıyrılıp demokratikleşme sürecinde AKP'ye destek vermesi, bu sürecin şekillenmesinde hem pay hem de hak sahibi olmasını sağlayabilecek tek seçenek.
AB süreci her ne kadar son birkaç senedir ciddi şekilde askıya alındıysa da Türkiye'de gelişen Ergenekon davası ve şimdi de Kürt açılımı gibi süreçler var. Bu aşamada başbakanın zaten AKP'nin Kürt meselesi konusunda uzun zamandır sürdürdüğü anlayışın bir yansıması olan konuşmasının gerçek etkisi şöfşrün "Ben Gürcüyüm. Samsunluyum. Ama elhamdülillah Müslüman'ım. Dilimiz, kimliğimiz farklı olabilir ama hepimiz aynı Allah'a inanmıyor muyuz?" cümlelerinde gerçek yankısını buluyor. Her ne kadar Erdoğan uzun uzun ortak tarhiten ve orak dinden dem vursa da kısacık bir cümleyle dile getirilen ama çok belirleyici olan bir diğer şey de pekçok farklı etnik kimliği her seferinde aynı formülizasyonla ardarda sıralaması. Bu hem en Türk Türkler'i bile rahatlatan bir tavır, hem de diğer etnisitelere dahil olan ama kendini bugüne kadar öncelikle Türk olarak algılamış ve tanıtmış olan insanlara da belli ölçüde daha farklı bir kabul ve aidiyet duygusu bahşediyor. Şöförün ve diğer minibüs yolcularının sözleri bunu destekler nitelikte. Ama alıntıladığım cümlenin bağlanma biçimi, Kürt sorununun çözümünde islamlaştırmanın ne kadar baskın bi etken olarak yer aldığını gösteriyor. Türkiye'nin gerçekten de en önemli sorununun nasıl çözümleneceği konusunda, demokratikleşme sürecinde bence bu kadar etkin rol oynamamış olsa da AKP dolayısıyla hep varolan islami arkaplan Kürt açılımındaki şu haliyle çok daha tedirgin edici. Bence farklı olan, ilkinde aralarında siyasal islamcıların da yer aldığı, demokratik haklardan mahrum kalmış insanlar demokratikleşme sürecinde biraraya gelirken ikincisinde demokratik bir açılımın islami bir çatı altında gerçekleştiriliyor olması ve bunun son derece açık bir şekilde de ortaya konması. Elbette halk da bunu açıkça okuyabiliyor ve kendi görüşü olarak benimsemekte güçlük çekmiyor. Fakat Türklük'ün yerine konan ve TC'nin bölünmez bütünlüğü için yeni bir "harç" olarak kullanlan bu yeni "üst kimlik"in, 30 yılı çok şiddetli olmak üzere tüm cumhuriyet tarihine yayılmış en önemli travmayı çözmesiyle birlikte çok güçlü bir şekilde benimseneceğine inanıyorum.
Barışın sağlanması bu kadar önemliyken, Bawer Çakır'ın da kendinden yola çıkarak dile getirdiği gibi, solun savaş isteyenlere karşı cansiperane laf yetiştirme havasından çıkması, eleştirel konumunu koruyarak bu süreci şekillendirmek için elinden geleni yapması çok önemli. DTP, AKP karşısında yalnız bırakıldığı sürece, yalnızca Kürtler'in değil, ayrıca tüm özgürlükçü (sanki olmayanı sol olabilirmiş gibi) solun karşısında elinin kolunun bağlı kalacağı bir kimliğin oluşumu bu sürece şeklini veren unsur olacak. Türkiye'de Siirtli Kürt'ün minibüste "suç yalnızca dağdakilerin değil" diyebilmesi elbette çok önemli bir aşama. Ama bu aşamaya gelinirken ve daha ileri gidilecekken, yani üzerinde yalnızca kavga edilen bir konu konuşulabilir hale gelmişken ve çözüm üretimlmeye çalışılırken, cumhuriyetin en sarsılmaz miraslarından biri olan konunun gerçekten taraflarınca masaya yatırılmasınaizin vermileden, iktidar tarafından başkalarına alan tanımadan sahiplenilmesi anlayışının bir de AKP'nin elinden geçmesine fırsa tanınmasının ve süreçte etken olmamanın sonuçlarını ciddiye almak gerekiyor.

posted by hibon
09:06

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home