<meta name='google-adsense-platform-account' content='ca-host-pub-1556223355139109'/> <meta name='google-adsense-platform-domain' content='blogspot.com'/> <!-- --><style type="text/css">@import url(https://www.blogger.com/static/v1/v-css/navbar/3334278262-classic.css); div.b-mobile {display:none;} </style> </head><body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar.g?targetBlogID\x3d24919536\x26blogName\x3dendi%C5%9Fe\x26publishMode\x3dPUBLISH_MODE_BLOGSPOT\x26navbarType\x3dBLACK\x26layoutType\x3dCLASSIC\x26searchRoot\x3dhttps://hibon.blogspot.com/search\x26blogLocale\x3dtr_TR\x26v\x3d2\x26homepageUrl\x3dhttp://hibon.blogspot.com/\x26vt\x3d-5360594913391802653', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script>

bellek

Pazartesi, Temmuz 24, 2006


Bu metin en çok benim için burada.
Her şeyden çok kolay vaz geçip, çok kolay unutuyorum çünkü.



İsrail'le Filistin arasındaki çatışmanın son faslı, İsrail güçlerinin Gazze'den bir doktorla kardeşini, yani iki sivili kaçırmasıyla başladı. Bu olay Türkiye hariç hiçbir ülkenin basınında fazla yer bulmadı. Ertesi gün Filistinliler İsrailli bir askeri rehin alarak İsraillilerin esir tuttuğu insanlarla bir takasın müzakere edilmesini önerdi; zira İsrail cezaevlerinde yaklaşık 10 bin esir var.
* * *
Bu 'adam kaçırma' olayı çok büyük bir zorbalıkmış gibi tepkiyle karşılanırken, 'İsrail Savunma (!) Güçleri'nce Batı Şeria'nın yasadışı askeri işgali ve su başta olmak üzere tüm doğal kaynaklarına sistematik olarak el konulması hayatın hazin de olsa doğal bir gerçeğiymiş gibi kabul gördü. Bu, Filistinlilerin kendilerine uluslararası anlaşmalarca tahsis edilmiş topraklarda yaşadığı eziyetin üzerine bir de Batı'nın 70 yıldır döne döne uyguladığı çifte standartların tipik bir örneği.
* * *
Bugün zorbalık, zorbalık doğuruyor; derme çatma füzeler karmaşık füzelere cevap veriyor. Karmaşık füzeler, mahrumiyet içindeki yoksul kalabalıkları bir zamanlar adalet dediğimiz erdemi beklerken vuruyor. Her iki füze tipi de vücutları paramparça ediyor; bunu emri veren komutanlardan başka kim aklından atabilir ki?
* * *
Her provokasyona ve karşı provokasyona karşı çıkılır, nasihatler verilir. Ancak bu seferkinin ardından gelen gerekçe, suçlama ve yeminlerin tümü, aslında dünyanın dikkatini siyasi hedefi Filistin milletini tasfiye etmekten başka hiçbir şey olmayan uzun süreli bir askeri, ekonomik ve coğrafi uygulamadan uzaklaştırma amacına hizmet ediyor.
* * *
Bunun yüksek sesle ve açıkça söylenmesi gerekiyor, zira ara ara açık edilse de genelde gizli yürütülen bu uygulama, bugünlerde büyük hızla ilerliyor. Bizce olayın adını olduğu gibi söylemeli, buna kesintisiz ve ebediyen direnmeliyiz.
* * *
Not: 'Arna'nın Çocukları' adlı belgeselin yönetmeni Juliano Mer Khamis'in sorduğu gibi, 'Lübnan'ın Guernica'sını kim resmedecek?' John Berger: Sanat eleştirmeni, Noam Chomsky: MIT'de dilbilim profesörü, Harold Pinter: Nobel Edebiyat ödüllü yazar, Jose Saramago: Yazar*

*Adı geçen kişilerce yazılan açık mektup, Radikal Gazetesi'nin 23 Temmuz tarihli baskısından alındı.

posted by hibon
13:22

0 yorum

bu yazının başlığı olmasa da olur diye düşünüyorum açıkçası

Cuma, Temmuz 07, 2006



Tembelliğin tadını çıkartamıyorum. Böyle söyleyince sanki sürekli çalışıp didiniyormuşum gibi tınlıyor ister istemez. Oysa bu, her ne kadar haziranı bir kenara koyup son 5-6 ayı ele alırsak bir süreliğine askıya alınmış olsa da, sınav derdinin bitişiyle birlikte hemen eski hantallığıma ve durağanlığıma geri dönmemden kaynaklanıyor.
Çalışmayı hayatın neresine oturtmak gerekiyor ki? Bazen bunun hayatın herhangi bir alanında ve anında olmazsa olmaz bir şey olup olmadığından bile emin olamıyorum. Bu tabii genellikle anlık bir düşünce. Yoksa ne içinde bulunduğum toplum, ne içinde yetiştiğim aile - özellikle de hayatının tamamını çalışarak geçiren ve oturduğu koltukta gözlerini her kapayışında hafiften bir horultu tutturan ve o anda aslında sadece gözlerini dinlendirmekte olan babam- ne de en sonunda bir şekilde ortaya çıkmış olan "ben", bu düşünceyi ileri götürebilecek türden bir açıklığa sahibiz. Sorun çalışmama hakkını -daha iyi tanımlamak gerek ama bu kadar oluyor- sorgulamaya bile açık olmayışımda; yoksa en sonunda bunu kendime bir hak olarak tanıyıp bunun peşinden gideceğimi hiç zannetmiyorum. Tam açıklayamadığım bir sorun var burda. Sanırım en çok rahatsız eden şey kendimde karşılaştığım duvarın bu denli katı olmasında. Ürkütücü olan, kendi hayatımın sınırlarını çizerken düşünerek verdiğimi sandığım kararların, belirlediğim ölçülerin aslında benimle hiç alakası olmadığı gerçeğiyle tekrar tekrar yüzleşmek zorunda kalmak. Oysa ben, bu yüzleşmelerin arası açıldıkça hala bu gerçeği ortaokul yıllarında görüp hayatımı bu bilgi doğrultusunda şekillendirdiğime inanacak kadar naif bir yapı sergileyebiliyorum. Ve sonra hoop! Tam hayatımı istediğim şekilde değiştirdiğimi düşündüğüm anda herşey eski haline dönüyor ve ben bu değişimin -ya da aslında değişememe halinin- sürekliliğini ve yapısını anlamaya çalışırken bir yandan tekrar ve tekrar hayatımı değiştirme isteğimin gerçekten bir istek mi, yoksa uyum sağlama çabası mı, yoksa bu uyum ihtiyacının giderilmesini arzu etmek açısından gene bir istek mi olduğunu anlamaya çalışmak zorunda kalıyorum. İstek olmadı; doğru sözcük bu değil. Her neyse...
Başa dönmek gerekirse tembellik ediyorum gene ve bu benim için hoş bir durum olamıyor. İçinde bulunduğum bu durumdan memnun olmama halini aşmaya çalışmak çok zor. Her şeyi değiştirmek gerek. Ve buna her gün yeni baştan başlama, sürekli kendimi itekleme, değişimimi asla tamamlayamayacağımı, bunun bana özgü bir şey olmayıp değişime dair bir şey olduğunu hatırlatma gücünü toparlayamıyorum.
Hayat gerçekten bu denli kontrol altında tutulması gereken bir şey olmamalı. Ya da olması gereken şey tam olarak bu mu? Buna karar veremezken ergenliğin çok gerilerde kaldığını düşünmek pek mümkün olamıyor. Gerçi "gerçek yetişkinler" hayatın hep bir soru(n) bataklığı mı, yoksa 30lu yaşlara kadar içinde debelenilen ve insanın gözünde fazlasıyla büyüttüğü ufak bir çamur birikintisi mi olduğu konusunda anlaşamıyorlar. Bu da benim önümüzdeki 5-6 sene içinde hayatımın daha rahat, bugün olduğu gibi sürekli kontrol ve bakım gerektirmeyen bir noktaya geleceğine dair rahatlatıcı fantazimin dağılmasına yol açıyor. Tabii bu hayalin, gerçekleştiği durumda cennetin sıkıclığından bir parça nasipleneceğini de hesaba katmak gerek. Bu açıdan gerçekleşmesi halinde bile tercih edeceğim bir şey mi bilemiyorum. Gene de tıpkı cennet gibi bir vaat bu ve hayatı belli bir yön vererek sürdürmeyi kolaylaştırıyor. Düşündükçe bu hayalden daha çok rahatsız olmaya başlıyorum.
Tembelliğimin doruk noktası burası işte: Sabuklama. Karman çorman, bölük pörçük, anlamlı anlamsız, uyumlu uyumsuz düşünce kırıntıları. Pek öyle çıtır çıtır da değil; kuşlara atılmış ve üzerine yağmur yağmış ıslak bir kırıntı bulamacı. Bir yandan hep kusmuğu çağrıştıran, dolayısıyla kuşların bakış açısını bir kenara bırakınca yalnızca "artık olan". Bu kadar dramatik değil tabii. Çok da abrtmamak gerek sanırım.
Ortaya gene manada hafif, yan cümleciklerde ağır bir şey çıktı işte. Tembelliğimin dev şeftalisi.

posted by hibon
00:35

0 yorum